Şehrin en işlek caddesindeki en kalabalık kafelerden birisine oturmuş, gözlerini kavuran yaşları zaptetmeye çalışıyordu. Bir yandan da yüzünde alaycı bir gülümsemeyle, kafasından ‘suyun da yakıcı gücü varmış demek ki’ diye geçirdi. Bu alaycı yanı da olmazsa boğulup gidiceğine, içindeki hüznün kendisini alaşağı edeceğine inanıyordu. Tutunabileceği kadar büyük bir kuvvetle bu yanına asılıyordu her defasında.

Gözlerinden süzülmek için can atan gözyaşlarına inat, bir kez daha baktı elindeki fotoğrafa. Bu dünyada birlikte çekilmiş ilk ve büyük ihtimalle sonuncu olacak fotoğrafa baktı uzun uzun. Işık hüzmelerinin bir oyunu sonucu ayrı ayrı iki fotograf karesi kesilip yapıştırılmış izlenimi bırakıyordu elindeki fotoğraf. Eğer kendi eliyle çekmemiş olsaydı bu fotoğrafı, kendisi bile inanabilirdi buna. ‘İşte!’ dedi kendi kendine büyük bir yılgınlıkla, ‘bir fotoğraf bile çok görüldü bana.’

O an elinden gelebilseydi, her hareket ettiğinde içinden gelen o kırılan hayal ve umut kırıklarının şangırtılarını bastırabilseydi, canına batan kesikleri koparıp atabilseydi… Yapamadı… Sanki asırlardır beklediği o an, kelebeğin ömrü kadar kısacık sürmüştü. Ve nasıl ki; geçen süre kelebeğe bir ömre mal olurken, dünyanın umrunda olmamıştı, ikisi içinde böyle geçmişti. O, bir kelebek gibi pamuklara sarıp sarmalamak istemişken o anı; diğeri için günlerden bir gün misali geçip gitmişti.

Hiçbir bekleyişinin, beklemeye değmediğini hatırladı yine. Bir çocuğun avucuna bir kar tanesi alıp koşarak annesine göstermeye gitmesi gibi bir heyecanla beklemişken kavuşmalarını; avucunu açtığında kar tanesinin erimiş olduğunu gören çocuğun hüzünlü bakışları çöreklenmişti yüreğine. Sevinci bir kar tanesinin eriyeceği zaman dilimi kadar sürmüştü. Geriye bir iz bırakmaksızın sızmıştı parmak uçlarından.

Bir ‘hoşçakal’ bile dememişti giderken.’Ya vedalardan haz etmiyordu, ya da hoşça kalıp kalmadığımı zerre umursamıyor’ diye geçirdi içinden, ikinci ihtimalin daha ağır bastığını bilerek, sezerek yüreğinde. Merak ediyordu; gerçekten, dediği gibi eğlenmiş miydi o gün birlikte geçirdikleri o bir kahve içimlik vakitten. Sorunun cevabı önemli miydi diye sordu kendi kendine. İç geçirdi derin derin; ne fark ederdi ki, bir süre sonra buz gibi gerçekliğiyle yüzüne çarpmayacak mıydı, kendisini zerre sevmediği.

Toparlandı yavaş yavaş, masadan kalktı. Son bir kez arkasına baktı. Son bir kez, masada bıraktığı fotoğrafa göz attı. Bir gün, masadaki terkedilmiş fotoğraf gibi çıkarıp atacaktı bu duyguları da. Hüznünü bir ağacın kuytusunda bırakacaktı, bir gün… Biliyordu… Kafasını çevirip yürüdü.

Yorum bırakın